27 Aralık 2011 Salı

Yönettiğim "Derin Bir Soluk Al" isimli oyunun broşür yazısıdır.



Bundan on üç sene önce, konservatuvarda okumak için Eskişehir’e geldim. Daha önce iki kez, sadece birkaç günlüğüne geldiğim bu tozlu ve gri şehirde yaşamak düşüncesi beni ilk başlarda çok korkutmuştu. O yüzden ki konservatuvarın birinci yılında her hafta sonu Ankara’ya gider ve alıştığım, bildiğim kentte olmayı isterdim. Aradan geçen on üç sene içerisinde, bu şehrin aşama aşama nasıl geliştiğini ve değiştiğini gördüm. Bu süreçte çok geçmeden ben de Eskişehir’e alışmış, hatta bağlanmış ve kendimi buraya ait hisseder olmuştum. Bendeki değişim sadece şehirle ilgili değildi tabi ki. Öğrencilik yıllarımda Tiyatro’nun dünyayı değiştirebileceğine inanıyordum. Her gencin ve de her oyuncunun öğrenciyken ne kadar idealist olduğunu tahmin edebilirsiniz. Mezun olduğumuz zaman hepimiz tiyatro yapacak, yaptığımız tiyatroyla kitlelere ulaşacak, o kitlelerin hayatını değiştirecek ve dünyayı kendi gördüğümüz pencerenin çerçevesinde daha iyi, daha yaşanır, bir yer haline getirecektik. En azından ben böyle düşünüyordum. Bugün oyunculuk okullarından mezun olmuş bir çok meslektaşım, değil tiyatro yapma şansını, kendi hayatını idame ettirecek düzeyde para kazanma şansını bile bulamıyor. Ben bu konuda kendimi hep şanslı hissetmişimdir. Okuldan mezun olduğum sene Ankara Sanat Tiyatrosu’nda, hemen ardından İstanbul Devlet Tiyatrosu’nda ve sonrasında da halen çalışmakta olduğum Eskişehir Şehir Tiyatroları’nda oyunculuk yapma fırsatını buldum. Hatta dünya ve tiyatro görüşüne inandığım üç arkadaşımla birlikte, kendi tiyatromuz olan Gordium Oyun Atölyesi(GOA) ni kurdum. Ama maalesef, öğrenciyken zihnimi ve yüreğimi sarmış olan dünyayı değiştirme isteği ve inancı, yerini tarif edemediğim bir umutsuzluğa bıraktı. Eskişehir’le birlikte ben de değişmiştim. Şimdi bazılarınız beni kınayacak ve tiyatro sanatına karşı haksızlık ettiğimi düşüneceksiniz. Ama şu bir gerçektir ki her gün gelişen iletişim çağında, bir tıkla her türlü bilgiye ulaşırken, sinema ve televizyon sektörü bu kadar büyümüş ve dünyaya hükmederken, tiyatro maalesef kendi kabuğunda sıkışmış ve oyunculuk eğitimi aldığımız konservatuvarlar gibi, konserve edilmiştir.
Madem bu kadar umutsuzum, neden bir oyun yönetmeye karar verdim ve neden “Derin Bir Soluk Al” isimli oyunu seçtim? Çünkü, her ne kadar içimdeki bazı idealist duygular yok olsa da, “insan” olduğum için ya da hala “insan” olduğumu unutmamak için, söyleyecek bir sözümün, aktarabilecek bir derdimin olması gerektiğine inanmaktaydım. Ama bunu nasıl bir dille ya da biçemle yapmam gerektiğini bilmiyordum…
İşte bu noktada, bazı sanat kuramcılarının, günümüz sanatıyla ilgili şu tanımlamalarıyla karşılaştım;

- Öncü sanat, gittikçe insansızlaşan, vicdandan yoksunlaşan postkapitalist dünya için yeni bir anlatıma başvurmuştur. Bu biçem “çürümenin değil, tuz basmanın” sanatı olan “grotesk”dir.
- Ancak kara komedya iledir ki biz, birey olarak hiçbirimiz tek tek sorumlu olmadığımız, fakat kolektif olarak sorumlu olduğumuz bu dünyada kendimizle yüz yüze gelebiliriz.

Ve düştüğüm umutsuzluk hastalığı doğrultusunda, Friedrich Dürrenmatt’ın şu sözleri bana gerçek bir ilaç oldu;

- Umutsuzluk, bir sonuç değil, dünyaya verilmesi gereken bir cevaptır. Bir başka cevap, umut kesmek değil, karşı koymaya karar vermek ve kaosun karşısında kararını korumaktır.

Evet. Artık, ne yapmam gerektiğini, nasıl yapmam gerektiğini biliyordum. Ve “Derin Bir Soluk Al” metni derdimi anlatmanın doğru yol haritasıydı. Oyunun hazırlanması sürecinde birçok zorlukla karşılaştım. Ama zaten bu zorluklara, tiyatro sanatının türlü ahrazlarına, insanların farklı ve yeni olana karşı tutumlarına ve burun kıvırmalarına alışıktım. Zaten bu oyunu çalışmak istemem, tüm bunlara karşı bir cevaptır.
Bu yolculukta, bana inanan oyuncu arkadaşlarıma, bana güvenen ve kendi ölçülerinde destek veren Eskişehir Şehir Tiyatroları ailesine teşekkür etmek isterim.
Umarım bu oyunu izleyen herkes, yaşadığımız her şeye rağmen, dünyaya vermemiz gereken bir cevap olduğuna inanmaktadır.

B. A.    02.11.2009

Bütün gece yazsan, neye yarar?
Bütün gün?
Bütün bir ömür?
Sen bir nokta bile değilsin, artık bunu bil.
Ona göre yaz.
Ona göre sil...

B. A.     30.07.2007

25 Aralık 2011 Pazar


Duvarın arkasında
               kaçak buluşmalar...
Çocuk sesleri, hababam
                                 sınıfı...  
Çekiç sesleri, işçi
                        sınıfı...
Gelmek, gitmek arasında
   ve hep beklemek sonrasında...
Duvarın arkasında
               kaçak buluşmalar...
İstanbul'a hiç gelmeyecek
                                  bahar...

B. A.       12.05.2009

20 Aralık 2011 Salı


Bir bisiklet aldım kendime. Belki büyüdüğümü  unutmak için, belki de hala büyüyemediğim için, küçük bir bisiklet aldım kendime.
İlk başlarda tedirgin, sonra özlemiş, sonra yıllardır hiç üstünden inmemiş gibi bindim küçük ve (söylemeyi unuttum) yeşil bisikletime.
Dalga geçenler oldu arkadaşlarımdan, sevenler oldu, hatta kıskananlar.
Mevsimlerden ilkbahardı...
Yürüyen insanların arasından ayakların yere basmadan geçebilmek.
Sokakların uğultulu gürültüsünü işitmeden, kendi müziğini dinleyebilmek.
Ve hep gidebileceğine inanmak duygusu.
Bu duyguyla dolu bir yaz geçti, kah bisikletimin üstünde, kah başka yerlerde...
Belki büyüdüğümü unutmak için, belki de hala büyüyemediğim için, bir bisiklet aldım kendime.
Ve bir gün o küçük yeşil bisiklet, büyümek zorunda kalmış çocuklar tarafından (ç)alındı.
Mevsimlerden sonbahardı...
Tekrar yürüyen insanların arasına karıştım. Neyse ki kendi müziğim hala kulaklarımda.
Ve hep gidebileceğimi biliyorum, öyle ya da böyle.
Öyle ya da böyle bu kış geçecek ve ilkbaharda yeni bir bisiklet daha alacağım kendime...

B. A.   03.01.2011

Aynı değil hiçbir şey,
             ve şimdi daha bir yalnız beklemeler.
O kadar az vaktim var ki
             kendime bile yetemiyorum.
Ağlasam artar mıyım?
             Nerede eksik olanlar?
                        Nerede diğerleri?

B. A.  16.11.2000

Portakal bir güneş
                        olmaktan geliyorum.
Çoğalıyorum üzüm taneleri gibi,
                         asmalara özenerek.
Yapraklarımın altında
                          insanlar serinliyor.
Ve gözlerinin içi parlıyor
                          kızların,
                               altına inat.
Ve nasıl da sevilesi...
Terli avuçlarında
              salladıkları
                  zarların yankısı,
                              göğün yıldızsı
                                   boşluğuna yayılıyor,
                                          geceyle birlikte...
Dinliyorum...

B. A.    19.07.2000

19 Aralık 2011 Pazartesi


Sokaklar bitti bu şehirde...
Yazacak bir şeyim
                      kalmadı
                           aşkımdan
                                  başka.
Çıkmazlarım sensindir.
Adımlarım
          sevinin
                yakarışları.
Hiç bitmeyecek sandığım
                              umutsuzluğum,
                                  yabancılaştırıyor
                                              beni bana.
Bilmediğim bir bendeyim...
Ne uzaklar,
       ne yakınlar...
                Tarifsiz      
                     isimsiz
                        bir kentteyim.

B. A.   14.11.2002

18 Aralık 2011 Pazar




Yağmurun altında bir pembe.
Pembe bir oyuncak, bir bebek arabası. Üstünde küçük bir şemsiye. Yağmurla ıslanan plastik eller.
Bir kaç metre ileride başka bir pembe.
Şemsiyesi olmayan bir gerçek. Ve ona para uzatan kız çocuğu. Yağmurda ıslanan eller. Gerçek.
Düşler de oyuncaklar gibi plastik. Ama hepimiz sırılsıklamız. Yağmursa yetmiyor, bizi temizlemeye...

B. A. 17.10.2006


Uyuma! Gözlerin kapanmasın. Dalıp gitme derinlere. Sonrasında çıkışı olmayan bir boşluk.
Kendi sesin yankılanır kulaklarında. Bir sen varsın, bir başına. Tutunacak nefesler yok.
Tutulacak sözler geride kaldı. Kendine verdiğin sözü de tutmadın, ne de olsa.
Kendi göz çukurlarına daldın. Aç gözünü!
Uyuma, bir tek sen de olsan bu boşlukta!
Yaşa, nefes al, dinle, söyle. Bil, gerçeği düşten ayırarak...
                                                                                    Uyuma.
                                                                                         Uyuma.
                                                                                              Uyuma.
                                                                                                  Uyuma.
B. A. 28.03.2002